BAŞLARKEN…

C. Akça ATAÇ
2 min readJul 27, 2020

Pandemi günleri uzadıkça tehlikeyi ardımızda bırakmışız gibi geliyor hepimize. Eski sosyo-ekonomik ve kültürel alışkanlıklarımıza geri dönmek için sabırsızız; dönebilenler çoktan döndüler bile. Hayatta hep alıkça bir iyimserlik içinde olan ben, bu sefer karamsarların tarafında yer alıyorum. Hiç durmadan pandemiyi, pandemi sırasındaki ve sonrasındaki dünyayı konuşmak istiyorum. Bunalımda değilim. Başlangıçtaki şok sonucunda yaşadığım hafif zeka geriliğini atlattım…yani umarım atlatmışımdır. Şimdi o yüzden bize, hepimize, yaşadığımız dünyaya ne oluyor, anlamak istiyorum.

Pandemi sırasında pekçok üniversite gibi bizim okul da Coursera’ya üye oldu ve istediğim dersleri sertifikası ile birlikte alma şansını bir kere daha yakaldım. 15 Temmuz sonrası yaşadığım şok ve ardından gelen hafif zeka geriliğini atlatmak için başlamıştım ilk defa Coursera’dan ders almaya; o zamanki döviz kuru bugünkü performasından fersah fersah uzak olduğu için sertifikalara ödenmesi gereken miktar çok yüksek değildi. Uygulamayı telefonuma indirmiştim, boş kaldığım zamanlarda videoları seyrediyor, quizleri yapıyordum. Bir dersin sınavına Bodrum’da arabamın servisten çıkmasını beklerken girmiştim. İlk ders olarak, Friends’deki Monica’nın profesyonel şef olduğu halde ‘aferin’ almak için kurabiye yapma dersine katılması gibi, diplomasi konularından birini aldım, son dersim çok şükür ki Franszıca etik felsefesi dersiydi. İşte, yıllar sonra yine şoka girip gerzekleştiğim bir anda Coursera imdadıma yetişti.

Aldığım ders, Lozan Üniversitesinin açtığı Ecologie Politique dersiydi ve siyasi tarihçi olduğum için siyasal ekoloji bilmemem ayıp değildi. Temel seviyede bir ders olmasına rağmen öğrendiklerim, dünya ve yaşam anlayışıma yeni bir boyut ekleyecek kadar etkiledi beni. Bir kere her disiplin gibi “terimleri doğru kullanalım ki olayları doğru değerlendirelim” diyor. Kriz, risk ve çevre kirliliği tanımlarını yaparken bunların hiçbirinin bugün karşı karşıya kaldığımız durumu açıklamadığını savunuyor.

· Kriz, göreceli olarak kısa süren, ‘normal’ dediğimiz bir yapının altüst olması sonucunda yeniden şekillenen normların oluşturduğu bir istikrara kavuşma sürecidir.

· Risk, ölçülebilen, tehlikesi idare edilebilen ve göze alınabilen bir olgudur.

· Çevre kirliliği ise belirli bir alanı kapsayan, temizliği mümkün, kalıcı olmayabilecek bir bozulmadır.

Ve bu terimlerin hepsi bugünkü dünyayı açıklamada hafif ve yetersiz kalıyor. COVID 19 ile daha da belirginleşen durumun adı, buna göre, tehdit. Yeryüzünde insan olarak varolma koşullarımızı kalıcı olarak değiştiren, kısa sürmeyecek, hatta bitmeyecek bir tehdit. Daha az üretmek ve daha az tüketmekten başka şansımız yok. Her yeni teknoloji, doğrudan doğaya bir zararı yokmuş gibi gözükse de daha fazla üretmek, daha fazla tüketmek ve daha fazla doğal kaynak kullanmak ile sonuçlanıyor. COVID 19 karantinası ise bize ‘teknolojiden başka varoluş şansımızın olmadığını’ dayattı. Biz evdeyken Naomi Klein’ın dediği gibi teknoloji şirketleri 30–40 yıl alacak bir dönüşümü 3 aya sığdırdı. Çocukların günde kaç saat tablet kullanabileceği tartışılırken şimdi herkes çocuklarının sürekli kullanımı için daha yeni ve ileri aletleri alıyor. Siyasal ekoloji ise böyle bir varoluşun yokoluş tehdidi altında olduğunu söylüyor. Yine bana çarpıcı gelen bir başka nokta da nüfus artışını etkisi bakımından, deprem, sel, taşkın gibi bir doğal afet kategorisinde değerlendirmesi…

İnsanlığın bu tehditle mücadele etmek için herkesin istediğini, istediği kadar üretip tükettiği bir demokrasinin yerine ‘yeşil diktatörlükler’e ihtiyacı olduğu kısmına geldiğimde ben yine hafif gerzekleştim. Dünyayı ‘yeşil’ diktatörler mi kurtaracak yani?

Bu yazıyı kurgulamamı amatör bulduysanız yeni Coursera dersim, Transmedia Storytelling: Narrative Worlds, Emerging Technologies, and Global Audiences’dan mezun olmamı bekleyin. Bu işi sökeceğim, kararlıyım.

--

--